USD41,83
%0.19
EURO48,41
%-0.05
CHF51,94
%0.30
GBP55,55
%-0.23
EURO/USD1,16
%0.06
BIST10.695,32
%-0.30
Petrol64,18
%-1.59
GR. ALTIN5.360,99
%0.43
BTC3.933.159,34
%2.41
ali Adıgüzel
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. ŞEFTİNİ’NDEN FIRAT’IN BOZBULANIK SUYUNA YAZILAN ACILARIN ÖYKÜSÜ

ŞEFTİNİ’NDEN FIRAT’IN BOZBULANIK SUYUNA YAZILAN ACILARIN ÖYKÜSÜ

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

”..Biz birbirimizi yaralarımızın izinden tanırız , Derin yaralar derin izler bırakır..’  Mehmet uzun 

Şeftini Kebabı’nın kuzeyinde, vahşi ve sarp bir dağ yükselir. Bu dağ, yıllar boyunca can havliyle ona sığınan insanların nefeslerine, sallarla Fırat’a atılan masumların çığlıklarına ve acının en ağırına tanıklık etmiş bir dağdır.

 Mazlumların hikâyesi çoğu zaman orada başlar—ya bu kayalıkların arasına sığınarak ya da kıvrıla kıvrıla akan bozbulanık Fırat’ın koynuna karışarak. Fırat’ın bulanık akışı, Abdulvahap Dağı aşağı  eteklerinde 

Murat Nehri ile birleşip Kerbela’dan bugüne uzanan kadim bir hüznün izini taşır.

Bu uzun hüzün yolculuğunda dört kader vardır: 

Arşak, Anuş, Nazlı ve Göğce Bacı. Nazlı’nın gerçek adı Naira’ydı. Köy ona “Nazlı Hala” dedi, öyle benimsedi. 1987’nin rüzgârlı bir baharında, kelebek hafifliğinde, ömrü boyunca hasretini çektiği Anuş’un yanına gitti. 

Biz o gün, “Bu köyden öksüz bir Ermeni kızı geçti” bile diyemedik. Dilimize bir sis çöktü, içimize bir ağıt, dışımıza derin bir susuş…

Şepik—bugünkü adıyla Yaylacık—Arapkir’in kıraç dağlarına yaslanan fakir bir köydü. Sabahları ise cıvıl cıvıldı: horozların çığlık çığlığa ötüşü, köpeklerin Sarı’ya doğru sürü halinde koşuşu, eşek anırmaları, mal böğürtüsü… Güneş dağların tepesinden süzülür, bağlara, damlara, köy meydanına yayılır, Bağ bozumundan sonra sis iner, insanın sıcak nefesi bile o sise karışıp küçük bir bulut olurdu.

Arşak’ın Bozbayır’daki üzüm bağları bereketiyle ünlüydü. Kerpiç bağdamının etrafını badem ve iğde ağaçları sarar, kara üzümler ceylan gözünden kara, diri ve bereketli olurdu. Anuş’un elleri hünerliydi; pestil yaparken yanağındaki gamze badem çiçeği gibi kıvrılırdı. O günlerde Naira’ya hamileydi. Önceki kızları Egine’yi kızamığa kurban vermişlerdi; sabaha karşı tavuk gibi inleyerek veren o can, Anuş’un yüreğinde mühür gibi kalmıştı.

Bağbozumunun en yoğun gününde komşu kızı Almaş nefes nefese gelip “Müfrezeler! Herkesi köy meydanına çağırıyorlar!” dediğinde Arşak’ın yüzünden renk çekildi. O çağrı, o dönemde çoğu zaman ölüm demekti. Arşak katırına atladı, Kozluk Çayı’na sürdü. Çayın ortasında bir patlama duyuldu; katır yere çöktü, Arşak suya kapıldı. Omzundan akan kan bozbulanık suda ince bir kırmızı çizgi gibi süzüldü. Son nefesinde söğütlerin altındaki müfrezelerin gülüşünü gördü.

Köy meydanında Anuş’un rengi kül gibi atmıştı. Kucağındaki üç yaşındaki Naira’yı öyle sıkı tutuyordu ki, “Buna dokunmayın, alın canımı!” der gibiydi. On altı atlı, üç yüzü aşkın köylüyü aç, susuz kırk sekiz saatlik bir yürüyüşle Kozluk Çayı’ndan Sarıçiçek’e, Çeki Dağı’ndan Horumhan Gediği’ne sürdü. Baz Gölü’ne vardıklarında köylülerin takati kalmamıştı. Tuzlu suyu avuç avuç içmeye çalışanların yanında müfreze kahkahalarla yemek yiyordu.

O sırada Mekköğ, Manışın İsmail ve Güccük Aslan kalabalığı gördü. Atlarını sürüp geldiler. Mekköğ, izin alır almaz çamura batmış, sararmış küçük Naira’yı kucağına aldı. Tam o anda Anuş’un “Naira’m!” diye çıkan son çığlığı Baz Gölü’nün üzerinde yankılandı. O çığlık bir daha hiç susmadı; nesilden nesile aktı. Anuş’un başı, su içmek için eğildiği gölün çamuruna düştüğünde o göl bir anne yüreği kadar ağırlaştı. Naira çığlık çığlığa anasına uzanırken, Mekköğ onu Hırın Gediği’nden aşırarak götürdü. Bir çocuğun gözünde dünyanın karardığı andır o an.

Naira’yı Manışlar büyüttü; Peğyeri’ne gelin gitti. Ama ikindi vakti yayık yayarken hep aynı ağıt dökülürdü dilinden: Anuş’un son çığlığı… Göğce Bacı ise ana rahminde ağıtla yoğrulmuş bir bebeydi. Meyyitlerde elindeki buruşmuş mendille dönüp “Ölem ölem, ben ölem…” diye yanar dönerdi. Görenler “Gurban olam sana Göğce Bacı” derdi. Öksüzün, yetimin, garibin anası gibi bilindi.

Nazlı Hala hiç konuşmadı; Göğce Bacı çok konuştu, çok ağladı, çok güldürdü. Hüzünle neşeyi aynı yürekte taşıyabilen ender insanlardandı. İnsan bazen dünyada yapayalnız kalır; o anda içini dökebileceği tek varlık bazen bir kelebektir.

 Yalnızlık, bir kelebeğe bile şükreder. Göğce Bacı’nın ağıtları işte böyle doğdu. Baz Gölü’nün çamurunda annesinin ellerine bulaşan tortular, yıllar sonra Göğce’nin dilinde acıyı hafifleten bir ağıda dönüştü.

Fırat’ın bozbulanık sularına karışan bu öykü, Arşak’tan Anuş’a, Anuş’tan Nazlı’ya, Nazlı’dan Göğce Bacı’ya ve bizim köyün Yazıhan’daki Kelime Suna Bacısı’na kadar uzanan uzun bir kader ırmağıdır. Her acı, Fırat’ın akışında bir gölge bırakır; her gölge de bir sonraki kuşağa sessizce geçer.

 ”….Şu dünyaya güvenilmez

Ölmeyince kan kesilmez

Mesleki’m artar eksilmez
Zulüm yavaşça yavaşça…”. 

ŞEFTİNİ’NDEN FIRAT’IN BOZBULANIK SUYUNA YAZILAN ACILARIN ÖYKÜSÜ
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Yazıhan Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!