“Bir Halkın Tarihle Sınavı”
Şam…
İslam tarihinin zarif bir durağı. Güzelliğiyle efsanelere konu olmuş, uygarlıkların iz bıraktığı kadim şehir. Selahattin Eyyubi’nin adını taşır yolları, Yavuz Sultan Selim’in zaferini fısıldar duvarları. Ve Yunus Emre’nin mısraları hâlâ yankılanır sokak aralarında:
“Gezdim Halep ile Şam’ı
Eyledim ilim talep
Meğer ilim bir hiçmiş
İllâ edep, illâ edep”
Yunus’un bu mısraları zamanın gölgesinde bir öğüdü taşır belki. Ancak Şam’ın gerçekliği, Selahattin’in mirasıyla birleştiğinde farklı bir pencere açar bize.
Selahattin’in türbesi bugün hâlâ oradadır, Emevi Camii’nin girişinde. Bu büyük komutanın kabri, bir halkın yalnız bırakılmışlığının da sembolü gibidir. Çünkü bugün ne Şam bir Kürt şehridir, ne de Selahattin’in şanı Kürt halkına bir güvence olmuştur.
Şam, Arap dünyasının gözbebeğidir. Ama ne yazık ki, Kürt şehirleri onlarca yıldır miskin Arap iktidarlarının, baskıcı rejimlerin tasarrufu altında ezilmiştir. Rojava’da, Başûr’da ve daha nice Kürt toprağını yüzyıl önce masa başında bölen; emperyal devletlerdir.
Petrolün Gölgesinde Unutulmuş Bir Halk
Batı dünyası, 20. yüzyılın başında Ortadoğu haritasını cetvelle çizdi. İngiltere ve Fransa; petrolün kokusuna aldanarak, Kürt halkının kaderini Sykes-Picot anlaşmalarının satır aralarında unuttu. Irak ve Suriye gibi ülkeler, bu yapay kurgunun ürünüdür. Bugün o devletçikler çöküyor, ama o haritanın açtığı yaralar hâlâ kapanmadı.
Ne acıdır ki, Kürtlerin ne bir hamisi oldu bu süreçte, ne de bir sığınağı. Emperyal güçlerin gözünde hep “gerektiğinde kullanılabilecek bir unsur”, çoğu zaman da “gereksiz bir fazlalık” olarak görüldüler.
Yine de, bu halk, karanlık zamanlarda bile dimdik ayakta durdu.
Bugün IŞİD, El Kaide, El Nusra, HTŞ gibi radikal yapılara karşı en örgütlü, en dirençli mücadeleyi veren halktır Kürtler.
“Karanlık ne kadar derinse
Umut o kadar yakındır”
Bu mücadele sayesinde, Kürtlerin çağdaş ve demokratik duruşu daha görünür hâle geldi. Dünya, nihayet Kürtlerin ne için savaştığını, neden bu kadar ısrarla “özgürlük” dediğini görmeye başladı. Bölgede sekürel bir yaşama tutunmuş, yüzünü evrensel değerlere dönmüş, modern dünyanın bir parçası olmaya hazır bir topluluktur söz konusu olan. Ama bu geç bir fark ediştir; bedeli ağır olmuş, binlerce gencin kanı yok pahasına akmıştır.
İran ve Kürtlerin Sessiz Çığlığı
Bugün sırada İran var.
Son haftalarda İsrail’in gerçekleştirdiği hava saldırılarıyla İran’ın askeri ve nükleer altyapısı büyük yara aldı. Bu gelişmeler, sadece bölgesel güç dengelerini değil, İran’daki azınlık halklar için de yeni kapılar aralayabilir. Özellikle de Rojhilat Kürtleri için…
İran rejimi, tıpkı geçmişte olduğu gibi, yine en çok Kürt kadınlarının cesaretiyle sarsıldı. Jina Mahsa Amini, başörtüsünü takmadığı gerekçesiyle gözaltına alınan ve orada hayatını kaybeden bir Kürt kadınıydı. Onun ölümü, sadece bir kişinin değil, bir halkın sabrının da sonuydu.
“Bir kız sustuğunda
Dağlar dile gelir”
İran’ın ahlak polisleri, sistematik baskının uygulayıcıları; bu topraklarda nice Kürt gencini infaz etti, nice kadının sesini boğmaya çalıştı. Ama artık susmuyor bu halk. Artık korkunun yerini hak arayışı alıyor.
Emevi Camii ve Sessiz Tanıklık
Şam’daki Emevi Camii, sadece bir ibadethane değildir. Aynı zamanda tarih boyunca yaşanan acıların da tanığıdır. Şam Emevi Camii muhteşem bir ahşap yapıdır. Ben de gezdim bu ibadethâneyi. Caminin, etrafı yüksek duvarlı, mermer zeminli, üstü açık geniş bir avlusu da var. Harika bir müştemilat…
Caminin geniş avlusunda bir zamanlar Osmanlı ordusunun geri çekilen askerleri sığınmıştı. Sarıkamış’tan, Balkanlardan kaçıp, açlık ve yaralarıyla oraya ulaşan Anadolu çocukları…
Enver, Talat ve Cemal Paşaların hayalperestliğiyle Ortadoğu çöllerine sürülmüş, sonra da orada açlık ve ihmalle ölüme terk edilmişlerdi. Bu trajedi, resmi tarihin sessiz kaldığı, ama halk hafızasının unutmadığı bir yaradır.
Ve Damask Kumaşı
Damask… Şam’ın başka bir adı.
İpek ve simle dokunmuş, padişahların kaftanını süslemiş bir kumaş.
Ama ne kadar gösterişli olursa olsun, o kumaş Kürt halkının yüzündeki yorgunluğu örtememiştir.
Bugün Şam’da, Tahran’da, Musul’da ve Diyarbekir’de aynı soru yankılanıyor:
Kürd’ün kaderi ne zaman değişecek?