Görünüşte geçici bir savunma mekanizması. Kendini kurtarma çabası… Fakat derinlemesine bakıldığında bir akıl fukaralığı, bir cehalet manifestosu, bir karakter boşluğudur.
Bilge insan yalan söyleyemez. Çünkü bilir ki bilgi, ışık gibidir; karanlığı kovar. Bilgili, kültürlü bir insanın yalan söylemeye ihtiyacı olmaz. Çünkü o bilir: Söylediği yalan en geç bir sonraki satırda patlayacaktır.. Sınanacaktır.. Açığa çıkacaktır.
O yüzden bilginin, kültürün egemen olduğu toplumlarda yalan, bir çocuğun hayali arkadaşları kadar masumane kalır. Kimse dönüp bakmaz. Çünkü yalan orada işlemeyecek, tutmayacaktır.
Ama…
Bir toplum düşünün ki yalan, pazarda sebze gibi tartılıp satılıyor. Hilekâr siyasetçi, sabah söylediğini öğleye unutan bir bürokrat, akşamdan sabaha dönüşen gazeteciler… Yalan orada sadece geçer akçe değil; ana para birimi olmuş. İşte o toplum çürümektedir.
Bireysel yalancılıkla başlayalım. Bir insan neden yalan söyler?
Korktuğu için.
Bilmediği için.
Yetersiz olduğu için.
Ama hepsinin temelinde aynı cevapsızlık saklıdır: Gerçekle başa çıkamamak. Yalan, çaresizlerin zırhıdır. Bilgiye sahip olmayanın, kültürden nasibini almayanın sarıldığı teneke bir kalkan.
Şimdi bu bireyleri birleştirip bir toplum kurduğunuzu düşünün.
Tam bir trajedi.
Yalancılığın geçerli olduğu toplumda, en çok kim kazançlı görünür?
Gerçekler mi?
Hayır.
Hak mı?
Asla.
Köşe dönen adamlar , voliyi vuran gençler, komşuya hayatı zindan eden kadın kazançlı sayılmazlar mı?
Gece rüyasında milleti kurtarıp, sabah bankadaki hesabını kontrol edenler…
Ancak bu insanlık tarihinin sarsılmaz terazisinde başka türlü ölçülecektir.
Ahlakın değil, çıkarın yürürlükte olduğu yerde herkes batmaya mahkumdur.
Gelişmiş toplumlarda siyaset, erdemle yapılır.
Yalanla değil.
Hileyle değil.
Söz verdiği şeyi yapamayan istifa eder.
O toplumda artık yalanla yol alınmaz. Çünkü herkes bilir:
Kandırmak bir cehalet eylemidir.
Ve cehalet, kendini en iyi yalanla ifşa eder.
Televizyonlarda, meydanlarda, ekranlarda “gerçekmiş gibi” söylenen yalanlar alkış alıyorsa, bilin ki orada cehalet hâlâ muktedirdir.
Eğer bir ülkede yalanla şöhret kazanılıyor, iftira ile mevki alınıyor, köşe dönmek başarı sayılıyorsa;
Bilin ki o toplum henüz “hakikat çağını” başlatamamıştır.
Bilgi, kültür ve aydınlanma; sadece bireyin değil, toplumun da en güçlü yalan panzehiridir.
Hakikatin ışığı güçlüdür ama o ışığa gözünü kapatmışlar için acıtıcıdır.
Yalancı, en çok ışıktan korkar.
Çünkü bilir:
Yüzü orada görünür hale gelir.
Hakikate, yani gerçeğe gözünü kapatarak yaşamaya çalışan toplulukların sonu felakettir. Geleceğimizi kazanmak istiyorsak yalan dolandan cehaletten, geçici kazançlardan uzak durmalı gözümüzün önündeki gerçeği yüksek sesle haykırmalıyız.
Kalın Sağlıcakla