Eskiden hayat daha sade, değerlerimiz daha berraktı. Toplumun vicdanı kadınların giyimi kuşamı bile bir dil gibiydi. Her işaaretin, her örtünün, her rengin, bir anlamı vardı.
Dırejan’da kadının başına örtüğü beyaz tülbent yalnızca bir örtü değildi. O tülbent kimi zaman barışın simgesi, kimi zaman yasın dili, kimi zaman da kadınların toplumdaki yerini hatırlatan bir nişandı.
Direjan’da kızlar evlenmeden önce başları açıktı. Fakat Birmik (Durucasu, Hacıosman) kabilesinde kızların başında fes bulunur, arkalarında yünle örülmüş saç örgüleri takılırdı. Evlendikten sonra ise o fesin üzerine beyaz tülbent örtülür, tülbent baştan aşağıya, topuklarına kadar sarkıtılır.
Bu “ Artık yuva kurdu, başı bağlandı” demenin en zarif yoluydu.
Gövükte ise kızların başı bekarken açıktı. Evlenince fes veya beyaz tülbent takılırdı. Örtünün bile bir vakti vardı.
Bilmeden ya da temizlik yaparken başına örtü alınca kıza “hevke” denir, ayıplanırdı. Çünkü bu sadece bir giyim meselesi değildi; toplumun düzenine saygının ve kimliğin bir göstergesiydi.
Direjan’da kadının beyaz tülbenti topuğuna kadar iner, alnına kahkül gibi kesilip düşen kısmına kürtçe “bısk” denirdi. Her zaman kadının şartlar ne olursa olsun güzelleşmesi istenmiştir. Kadının özü budur.
Erkeklerin kavga ettiği, kanın düştüğü bir yerde kadın araya girdiğinde İşte o beyaz tülbent sahneye çıkardı. Kadın erkeklerin arasına girip o tülbenti yere attığında kavga biter. Adam ölmüş olsa bile, barış sağlanır. Çünkü o beyaz tülbent akan kanı durduran bir söz kadar güçlüdür.
Ama hayat yalnızca barışta değil, acıyla da örülüdür. Büyük bir kayıp yaşandığında kadınların başındaki beyaz tülbent, siyaha bürünür.
Yıllarca sürer, ta ki toplumun saygı duyduğu bir büyük, o siyah tülbentin çıkarılmasını rica edene kadar. Yasın ardından kadın yeniden beyaza döner. Çünkü yaşam yasın ardından da devam eder.
Drejanda kadın herzaman öndedir. Bir erkek cemaatine kadın girdiğinde, yaşı ileriyse herkes ayağa kalkar, ona yer verilirdi. Sözü dinlenen, aklına danışılan biri ise erkeklerin meclisinde dahi ağırlığı vardır. Kadının sözü sadece evinin değil toplumun da sözüdür.
Bugün modern şehirlerin kalabalığında kadının sesi kısılırken Direjan’ın taşlı yollarında kadın, barışın aklın ve sözün temsilcisiydi.
Belki de şimdi dönüp kendimize sormalıyız: Biz kadınlarımızın başındaki beyaz tülbentleri yeniden barışın sembolü kılabiliyor muyuz?
Bugün baktığımızda zaman değişti.
Elbette değişmelidir. Fakat bu değişim siyasetin gölgesinde olmamalı. Çünkü fesler o tülbentler sadece birer kumaş değil değil, bir kültürün, bir hafızanın bir toplumsal kimliğin işaretleriydir.
Bizler geçmişi birebir yaşamasak ta anlamını unutmamalıyız. Düğünlerde, şenliklerde, kültürel etkinliklerde bu örf ve adetler yeniden canlandırılmalı.
Böylece gençler de dedelerinin ninelerinin dünyasını tanıyacak çünkü örf ve adetlerimiz birer yasak ya da mecburiyet değil aslında güzelliktir. İyi ve güzel olan örf ve adetlerimize sahip çıkmalıyız.
Geçmişin bu geleneği bize şunu hatırlatıyor: Kadının sesi sustuğunda toplumun vicdanı da susar. Kadının sözü duyulduğunda ise barış mümkün olur. Belki de bugünün dünyasında ihtiyacımız olan şey o beyaz tülbenti yeniden toplumun ortasına atmaktır.
Bir dönemin toplumsal adet ve örfünün böylesine güzel ve akıcı bir dille açıklamasını yapan Aile dostumuz Kudret Akyol’un kaleminden okumak gurur verici bir şey. Nice güzel makalelere
Bu yörenin örf ve adetlerinin günümüze uyarlanarak bu denli güzel yorumlanabilmesi farklı bir bakış açısı ile “modern” toplum insanındaki farkındalığı artıracaktır. Bu kıymetli yazısı için gönlü güzel yazara (çünkü bu yazı ancak kalbi güzel birinin kaleminden dökülebilir) çok teşekkür ederiz.
Drejan aşireti için ne büyük şanssınız, kaybolmaya başlamış değerleri tarihi kayıt altına almışsınız, harika bir dil , anlatım, devamını bekliyoruz , saygılarımla
Tüm söylediklerine yürekten katılıyorum