“Bazı sözcükler yüzünden başım derde girdi” desem bazıları belki inanmayacak. Yine de kısaca anlatayım, sonra da ‘yazmak’ ve ilkelerinden söz edeyim.
“Yatkın da ne demek; Türkçe konuş!”
Urfa’da Kısas İlkokulu okul müdürü olarak görev yapıyordum. Ortaokul da binamıza taşındığından 20 kadar öğretmen vardı. Öğretmen arkadaşlardan bir bayan ile bir erkek evlenmek istiyorlardı. Bu süreçte araya bazı durumlar girdiğinden dolayı sorunlar oldu. Hatta 7 Mart 1981 günü tatsız bir olay yaşandı. Ben de içlerinde olmak üzere okuldan on iki arkadaşı sıkıyönetime götürdüler. Dört gün boyunca betonda yatırdılar. Öküzün altında buzağı aranıyor ya; her olayın siyasi ayağı olduğunu düşünüyorlardı darbeciler.
12 Eylül darbesinin üzerinden her ne kadar altı ay kadar bir zaman geçse de darbenin sıcağı sürüyordu. Kız enstitüsünün binası sıkıyönetim merkezi, bodrumda bulunan tiyatro yeri de gözaltı, sorgu ve işkence merkezi yapılmıştı. Perşembe akşamı tiyatro sahnesinde işkence ve sorgu işlemlerine ara verildi. Yarın Cuma günü ya; perşembeleri işkenceye ara veriyorlarmış! Hatta Türk-İslam sentezli türkü bile söyletmek istediler…
Neyse; sabah ezanıyla birlikte kurt köpeğinin uluma nedenini açıklayan askeri geçiyorum.
Öğretmenler olarak bizleri sorguya çekiyorlardı kendilerince.
Rütbesiz bir asker (subay da polis de olabilir), “Türkler Müslümanlığı neden kolay kabul etti?” diye sordu. Ben, “Akla yatkın bulduklarından” kabul ettiklerini söyledim. Adam öyle bir kızdı ki, “Yatkın da ne demek? Türkçe konuş!” dedi. Ben de ‘yatkın’ın Türkçe olduğunu, akla yatkın sözünün de anlaşılır olduğunu söyledim.
Urfa sıkıyönetim merkezinde dayatılan felsefesinin kendilerini milliyetçi sayanların doğrultusunda olduğunu duyumsadım. Türkçeyi bozanlar da zaten bunlardı. TDK ve TTK kapatılmış; birçok kez yinelediğim gibi ‘ilkokul’ ile ‘ilk okul’u ayırt edemeyenlere yetki verilmişti…
Hijyen mi temizlik mi?
Bir hemşerimizin makalesinin, grip virüsü salgını sıralarında bir yarışmada üçüncü olduğunu öğrendim. Hani Hekimhan dergisini çıkarıyorum ya; Hekimhanlı olduğu için yazısına dergide yer vermek istedim. Uygun bir sayıda yayınladım ve kendisine dergiyi de gönderdim. Birkaç gün aradan sonra konuştuğumuzda o kadar kızgın bir tutumu vardı ki; karşılaşmış olsak belki de tokadı yiyecektim.
Yazıda geçen ‘hijyen’ sözcüğü yerine ‘temizlik’ sözcüğünün kullandım diye o kadar bir kızmış ki; meğerse büyük bir hata (!) işlemişim.
Sakin bir biçimde temizliğin daha anlaşılır olduğunu anlatmaya çalıştıysam da kıyameti koparmıştı bir kez. Galiba hakemli bir dergiye bilimsel bir makale yazdığını sanıyordu.
‘Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü’ ile ‘Sözlü ve Yazılı Kompozisyon Sanatı’
Sözlü anlatımda olsun, yazılı anlatımda olsun kullanılan sözcüklerin, kurulan cümlelerin daha anlaşılır biçimde olması tüm dünya dillerinde ön koşuldur. Anlaşılır olmayı sağlamak için de özellikle sözcüklerin aslına uygun ve doğru biçimde kullanılması gerekir. Buna bağlı olarak sözlü ve yazılı anlatımda dilbilgisi ve yazım kurallarına uygun olması gerektiğini de unutmayalım.
Akçadağ İlköğretmen Okulunda okurken, 3-9 Ocak 1970 tarihleri arasında Verem Savaş Haftası nedeniyle düzenlenen kompozisyon yarışmasına, 30 Aralık 1970 günü tamamladığım Toplumda Verem Hastalığı başlıklı yazım ile katılmış ve birinci olmuştum. Bundan dolayı bana Seyit Kemal Karaaliloğlu’nun ‘Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü’ kitabı (İstanbul 1969, 864 s.) armağan edilmişti. Bu kitaptan ve yine Seyit
Kemal Karaalioğlu’nun Sözlü ve Yazılı Kompozisyon Sanatı kitabından öğrenciliğim ve öğretmenliğimde oldukça yararlandım.
İş dersinde yaptığım defterin ilk sayfasında bir Yılmaz Güney fotoğrafı, ikinci sayfaya 1966 ve 1970 yıllarına ait fotoğraflarımla, arkamda okulun ana binasının göründüğü bir fotoğrafım ve bir fotoğrafımdan yaptığım bağlama çalan çizimim vardı (4 Kasım 1971). Üçüncü sayfada ise Seyit Kemal Karaaliloğlu’nun ‘Yazmak’ ve ‘Yazmak Sanatı’ başlıklı yazılarının alıntısı vardı. ‘Yazmak’ alıntısını aktarayım.
“Yazarken herkes gibi söyle, herkesin söylediğini söyleme”
“Yazmak, harfleri heceleri veya fikir anlatan işaretleri yan yana getirip istenilen şeyi anlatan şekiller ortaya koymak; kendi bilgisi ile kitap meydana getirmek; yazarlık etmektir. Güzel yazmak için düşünmekle beraber, anlatım açık, cümleler kısa, kelimeler yerli yerinde, cümleler bil dil bilgisi kurallarına uygun, istenen konunun düşünceleri kafada iyice yoğrulmuş, gereksiz kelime tekrarından arınmış olmalıdır. Yazarken; herkes gibi söyle, herkesin söylediğini söyleme kuralına uyulmalıdır.

