YAZIHAN HEP AKLIMDA YİNE DE
- “Çok Sevdiğimden Değil Ama”
Usta yazar, sevgili Mehmed Uzun bir kitabında, “Merov vekhevi li cihê hatene xwe dûnê – İnsan doğduğu yere benzer” demişti. Ne kadar da haklıydı. Yazık, çok erken öldü!
Çocukluğumun, kısmi gençlik yıllarımın Yazıhanı!…
Yağmur yağardı, öyle sıradan değil ama; bir gün değil, üç gün değil, beş gün değil, hafta boyunca, on gün boyunca. Otsuz bozkır toprağının çamur sularında yaşamak zorunda kalırdık.
Kar yağardı; durmak dinmek bilmeyen, ucu arkası gelmeyen kar! Yarım metreye, bir metreye varırdı yer yer kalınlığı.
Hayvanlarımızın “loda” yemlerine ulaşmak için kar kürtüklerini yarardık adeta.
Ne güzel günlerdi yine de öyle!…
Oturmuşum şimdi hayatın sınır taşına, avutuyorum kendimi bu “fani” anılarla.
Yazıhan, göçer atalarımızın kış yerleşkesiydi o yıllarda.
Direjan Kürtlerinin yazları, yani sıcak mevsimleri bilâ istisna Yama Yaylaları’nda geçerdi eskilerde.
Nereden nereye şimdi!
Amerika “Mustang” yerlileri gibi, Direjan “Nomadları” da Yazıhan’a saplandı kaldılar.
Birileri kızıllanacak bana belki!
Olsun!…
Yazıhan, zaman içinde, özellikle ısmarlama ırk ve din unsurları itibariyle, resmi ideolojinin dayattığı asimilasyonun tipik bir örneği oldu bence.
Ne demeli, kendileri bilir yaptıklarını. Haklı bir gerekçeleri vardır elam!
Tren hattı geçmiş Yazıhan’dan otuzlu yılların ortalarında. Onlarca köy ve mezra var sağda solda. “Şehre gidecek olanlar gelsin, Yazıhan’da trene binsinler!” diye düşünmüş devlet yönetenler. Yerinde bir karar… cumhuriyetin akıllı bir politikası bence.
Trenden bahsetmişken, birkaç anekdot da hatırlatmak istiyorum Yazıhan tren istasyonu hakkında.
İleri yaşta olan Yazıhanlılar beni anlayacaklar.
Günde, yani yirmidört saatte bir, bir posta treni geçerdi Yazıhan’dan. O da; “Karatren ya gelir ya gelmez!…” misali kara saplanırdı geldiği yollarda. Çoğunlukla da Çetinkaya’da, kış aylarında, zemheri sovuğunda…
Tren istasyonu ana baba gününe dönerdi trenler rötar yaptığında.
Evimiz tren istasyonun arkasında, yani az ileride, yakındaydı. Geçim dirliği zayıftı Yazıhan’da o yıllarda. Olsun yine de, babam gider akşamları, tren bekleyen insanları evimize getirir ve yedirir içirir, barındırırdı… Biz, yarı aç yarı tok, kilim-hasır-sedir üstünde, bir battaniyenin altında sabahlardık.
Yazıhan tren istasyonunun ters mi ters bir makascısı vardı. O günlerin Nahiye Yazıhan’ının yakın köyü Hamidiye’dendi bu adam. Tatar, Çerkes veya Kırım muhaciri olmalıydı! Yazıhan’da onca işsiz insan varken, devlet bu adama bu işi öğretmiş ve bu adamı bu işe memur etmişti.
Gül-gülistan-bağ-bostan yapardı istasyonun bahçesine makascı Vahap Emmi. Tanrım, o gülleri koklamamıza bile izin vermezdi zalim. Öte yandan biz, koca köyün su ihtiyacını karşıladığı, köyün ortasındaki tek çeşmeden sitil sitil içme ve kullanma suyu taşırken evlerimize, muhacir Vahap Emmi bahçesindeki kayısı-elma-şeftali ve erik gibi meyve ağaçlarını ark suyuyla sular, sebze bostanını dolu dolu göllerdi.
Hey gidi yalan dünya; Kürt sevmez “İttihat” devlet; Gürcü,Tatar, Abhaza, Çerkes, Boşnak, Hırvat, Arnavut vs. Kuzey Karadeniz, Balkan ve Yakın Kafkasya sekme etnisyenlerini getirmiş getirmiş, Kürtleri Türk ekseninde asimile etmek uğruna Kürt köylerine yerleştirmiş.
Ne ki ama; kürt asimile olmamış, Hamidiye’nin muhaciri Kürtleşmiş sonunda.
Düşünüyorum da şimdi, evimizin dışında, yani aile eşrafı büyüklerimden maada iki kişiden dayak “tokat” yedim çocukluğumda.
Biri Hekimhan-Güzüngütlü, ilkokul öğretmenimiz İbram’dı. Kürtlerden nefret ederdi bu gaddar adam. Beş sene boyunca, döve döve Türkçe öğretti, islamı işledi-anlattı, ırkçı marşlar ezberletti bize.
Diğeri ise makascı Vahap Emmi’ydi…
Güzüngütlü değilse de, Muhacir haklıydı belki. Gözü gibi baktığı; gül-sümbül-melisa-leylak-yasemin gibi, biri birinden güzel kokulu çiçeklerini koparıyorduk çünkü.
- * *
“YAZIHAN HABER” okuyucuları için bugünki şiirim “Figanım Sensin” kapak adlı şiir kitabımdan.
ÇOCUK AKLIM
Karda kışta
Yağda yağışta
Evvel zaman içinde
Taa bindokuzyüzaltmışta
Trenler giderdi
Sarsap’tan geçerek Yazıhan’a
Kimi köylüleri taşır,
Kimi asker götürürdü Kürt vatana
Çocukluğum, cahil aklım
Özlemlerimi unutturuyor bana
Kırkımda bile yağız bir at gibi
Oysa, ben ısmarladım,
Bekir Yıldız’a “Kara Vagon”u
Ve de ben eskittim,
“Prangalarını” Ahmed Arif’in
Nedir çektiğim,
Bu alkarası düşlerden
Ööff be deli rüzgar ööff
Senden mi korkacağım
Nice fırtınalar gördüm
Nice dipsiz kuyular
Susmayacağım artık
Başım zaten belâda
M. KAYA, ’90