Gazze’de Bir Soykırımın Gölgesinde Engellilik ve Hayat
Bir halk düşünün… Gökyüzünden düşen bombaların korkusuyla hayatta kalmaya çalışan. Bir
anne düşünün… Kucağında bir battaniye, ama içi artık soğumuş. Bir çocuk düşünün… Artık top oynayamayan, peşinden koşamayacak biri. Çünkü bacağı yok. Kardeşi yok. Arkadaşı yok. Çünkü ev diye bir şey kalmamış.
Gazze’de yaşananlar sadece bir savaşın değil, bir halkın sistematik şekilde yok edilme çabasının adıdır. Dünyanın sessiz kaldığı bu çığlıkların arasında ölüm, istatistik olmaktan çıkıyor; her biri bir hayat, bir umut, bir gelecek demek oluyor.
Binlerce insan hayatını kaybetti. Halen de yaşamlarını yitirmeye devam ediyor. Ancak hayatta kalanlar da tam anlamıyla özgür bırakılmadı.
Çünkü Gazze’de hayatta kalmak, yaşamak anlamına gelmiyor.
Bombaların altında kalan binlerce insanın bedenleri parçalandı. Bazıları kolunu, bacağını, gözünü, sesini kaybetti. Kimileri bir daha yürüyemeyecek, kimileri artık göremeyecek. Kimileri ise annesinin adını hatırlamayacak kadar ağır travmalarla baş başa kaldı.
Çocuklar… O küçücük bedenleriyle artık oyun oynamak yerine acı taşıyorlar içlerinde. Onlar yalnızca yetim değil, sakat bir geleceğin mahkûmları.
Bir bacağın eksikliğiyle değil, oyuncaklarının parçalandığı anla eksiliyor çocuklukları. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı bu insanlık dışı saldırılar sadece ölümleri değil, yaşayan ölüler yarattı. Engelli kalan binlerce insanın rehabilitasyon hakkı, tedavi hakkı yok. Çünkü hastane yok. Tekerlekli sandalye yok. Protez yok. Çünkü kuşatma var. Sessizlik var. Ve bu sessizlik, ölümden daha gürültülü…
Bu bir savaş değil. Bu, yavaşlatılmış bir imhadır. Kademe kademe yapılan bir sistematik yok ediştir. Her bombada yalnızca bir bina değil, bir uzuv, bir ses, bir hayal, bir koltuk değneği ihtiyacı doğuyor. İnsanlar yalnızca acı içinde değil, çaresizlik içinde yaşıyor. Hayatta kalmanın bir başka cezası da, bedeninle mahkûm olmaktır.
Engellilik, Gazze’de sadece bir sonuç değil, bir silah. Kalıcı hale getirilen bir travma, bir kuşak kırımı. Bu savaşın hedefinde yalnızca fiziksel varlıklar değil, insanın yürüyüşü, koşuşu, sarılışı, gülüşü var. Özellikle de çocuklar… Yeryüzünün en büyük sessiz çığlığı onlardan yükseliyor. Bacaklarını kaybeden, gözlerini yitiren, konuşmayı unutacak kadar çok ağlayan çocuklar…
Gazze’de bir çocuk artık rüyasında uçmaz. Uçak sesinden korkar. Bir çocuk artık koşmaz, çünkü ne ayakkabısı vardır ne yolu. Bir çocuk artık büyümez, çünkü bedenine sığmayan bir acıyla yaşar.
Büyümek burada bir yük. Yaşamak, bir görev. Nefes almaksa, neredeyse bir suç.
Bu suçun faili, yalnızca bombaları gönderen eller değildir. Suskun kalan her diplomasi masası, görmezden gelen her ekran, denge arayan her açıklama da bu yıkımın suç ortaklarıdır.
Bugün Gazze’de engelli bir beden yalnızca bir sağlık durumu değildir. Bu, insanlık adına verilen son sınavın, vicdanların çöküşünün ve umudun yerle bir oluşunun sessiz bir belgesidir.
Bir koltuk değneği orada, yalnızca yürüyemeyen bir çocuğu değil, yürüyemeyen bir adaleti taşır.
Bir tekerlekli sandalye, yalnızca bir bedeni değil, hareketsiz kalan bir dünyayı taşır.
Bu, bir çağrıdır. Bu yazı değil, bir ağıttır.
İnsanlığın gözlerini kapadığı bu trajedide, gözlerini, kollarını, bacaklarını kaybeden insanlara borçluyuz. Unutmamayı, susturmamayı, susmamayı borçluyuz.

Ve her sakat bırakılmış bedende yankılanan bir çığlık var:
“Beni öldürmediler, ama yaşatmıyorlar da.”